İncinebilir Olmak
Hepimiz güvende olmak isteriz. Temel içgüdümüz hayatta kalmak olduğundan etrafımızdaki tüm olay ve kişileri bu güven filtresinden geçirerek değerlendirir ve kendimizi korumaya çalışırız.
Bunun en büyük sebeplerinden biri de sanırım insanın bu kadar çıplak ve hiçbir habitata uyumlu yaşayacak şekilde yaratılmamış olmasıdır. Bununla birlikte doğada yaşama konusundaki bu zayıflığımız, yetersizliğimiz ve tabiata uyumsuzluk bizim en büyük yaratılış özelliğimize ve onu kullanma niyetimize ve kapasitemize ışık tutuyor. Aklımız…
İnsanın bu şekilde yaratılmış olmasına rağmen milyonlarca yıllık evrimden sağ çıkabilmesinin sebebi aklını kullanma yeteneği olmuş. Hiçbir ortamda yaşamaya uyumlu olmamasına rağmen aklıyla tüm ortamları kendine yaşanacak, uyumlu bir yer haline getirmeye ve sürekli geliştirmeye ve iyileştirmeye doğru götürmüş. Aklımızı kullanmamız için en büyük motivasyonumuz incinebilir olmamızmış aslında. Sinan Canan’ın İnsanın Fabrika Ayarları adlı üçlemesinde anlattığı da kısaca budur. Eğer bedenimiz bu kadar zayıf ve çaresiz olmasaydı, insanoğlu ve şimdi soyları tükenmekte olan yakın akrabaları, hayatta kalmak için zihinlerini bu kadar zorlamak zorunda kalmayacaklardı.
Biyolojik yapımızı ve kendimizi bu kadar güvende tutmak için zihnimizi kullanmayı anladıktan sonra zihnin bizi korumak ve güvende tutmak için bazı yanlış sonuçlara da vardığını görebilmeye başladım. Kendimden çok kısa ve kişisel bir örnek vermek istiyorum. Ben zaman içinde çok kırıldığım ve incindiğim durumlardan kendimi korumak için, kızgınlık ve öfkeyi kullandığımı fark ettim. Öfke ve kızgınlığı bırakmak beni savunmasız bırakacak sanmış ve ona sımsıkı sarılmışım. Bir daha bu kadar incinmemek için kendime sürekli bana yapılanları hatırlatmışım ki güvende olayım. Kendimi korumak için öfkemi içimde yaşatmışım kısacası. O kin ve öfkeler benim zırhım olmuş. İncinebilir olmanın çıplaklığından koruduğumu sanmışım kendimi.
Bu da yetmemiş, insanlarla arama çok uzak mesafeler koymuşum. Aklımı kullanarak kızdıklarımdan ders alacak ve öğrenecek yerde beni eleştiren ve kendi standartlarında normalleştirmeye çalışan insanlardan, sürekli onlara göre hata bana göre gelişimin şartı olan yenilgileri hatırlatan bir çevreden sonra kendimi ve yaptığım işi ortaya koymaya korkmuştum. Yeteneklerimle ve yaptıklarımla ortaya çıkmak yerine güvenli bölgemde başkalarının yaptıklarını seyreder olmuşum, ben daha iyisini yapabilirdim aslında diye iç geçirerek ama hiç denemeyerek. Fakat sonra anladım ki, etiketlerden arınmış tüm çıplaklığınla ve ruhunla ortada olmak tehlikelere karşı açık olma cesareti insanı insan yapan en büyük özellikmiş. İncinebilir olmak…
Ben de tüm bu incinebilir ve kırılganlığımla ANCQA’yı kurdum. Hala insanlardan ne yapmam! gerektiğini, nasıl bir marka olmalıyım fikirlerini duyuyorum. Bana kendi hayallerini empoze etmeye çalışanlarda oluyor, iyi niyetle hala eksiklerimi hatırlatanlar da.
Thedore Roosevelt’in 1910’daki Arenadaki Adam konuşmasını ben de size hatırlatmak isterim.
“Önemli olan eleştirmen değildir, güçlü adamın nasıl tökezlediği ya da bir işi yapan kişinin o işi nasıl daha iyi yapabileceğini gösteren adam değildir. Burada övgü arenaya adım atan, yüzü tozdan, terden, kandan kirlenen adama aittir, yiğitçe mücadele eden adama… o adam en iyi ihtimalle başarının zaferini tadacağını, en kötü ihtimalle de başarısız olsa bile büyük cesaret gösterirken başarısız olacağını bilen kişidir. “
Kırılganlık zayıflık değil, cesaretimizin en büyük ölçüsüdür bence. Kırılganlık sonuç ne olursa olsun ortaya çıkıp görülme cesaretidir. Arenadaki koltukların çoğu hiçbir zaman oraya çıkamayan insanlarla doludur.
Sevdiklerimi ve arkadaşlarımı hep motive eden biri olarak , bu yazı sizlere de ilham olsun istiyorum. Hayat biterken keşkeleriniz yaptıklarınız değil yapamadıklarınız olacak, çıkın ortaya ve içinizden gelen işi yapın, hayal ettiğiniz hayatı yaşayın. Arenadaki seyircilere selam olsun. Kendi! aklımız bizi istediğimiz her ortamı istediğimiz şekle uyarlayabilecek yeteneğe sahiptir. Yeter ki siz incinebilir olmaya cesaret edin.